Yer yüzündeki var oluşun merkezinde güneşin ve ondan gelen enerjinin hayatın motoru olduğu herkesin malumu. Ancak güneş ışınlarının deniz dibinde sadece 75 metreye kadar süzülebildiği de bilimsel bir gerçek. Mantıken bu derinliğin altında bir yaşam için güneş ışığı etkisiz elemandır...
“En fazla kaç metre derinlikte canlı yaşayabilmektedir?” sorusu, geçen bin yılın sonlarında bilim dünyasının en çok cevap aradığı konular arasındaydı.
Derinlerde artan basıncın şiddeti ve temiz hava sirkülasyonun imkansızlığı da göz önüne alındığında, yosunların ve bakterilerin yaşaması için bile en iyimser tahminler bir kaç yüz metreydi. Eldeki verilerle en uçuk tahminciler bile 400 metreyi aşan tahmin yapmayı hayal edemiyordu...
Ancak gelişen teknoloji ile birlikte derinlikler önce sonar cihazları sonra da özel kameralar ile tarandığında ortaya akıl almaz bir bulgu çıktı. Bırakın 400 metreyi 4 bin 400 metre derinlikte bile yaşayan canlılar vardı.
Üstelik bunlar sadece yosunsu bitkiler ve bakteriler değil, hareket eden kanlı canlı yengeç ve balık tarzı gelişmiş organizmalara sahiptiler...
Şu ana dek deniz altında ölçülen en derin nokta 11.033 metredir. Fiziki olarak incelenebilen derinlik ise 5-6 bin metredir. Yani halen sırrı çözülemeyen, gizemini koruyan 5-6 bin metrelik bir derin dünya bilim adamlarının kendisine ulaşmasını bekliyor...
Gözünü binlerce ışık yılı uzaklıklardaki yaşam ümitlerine çevirmiş insan oğlunun burnunun dibindeki yabancı yaşam formlarından habersiz yaşaması ne garip değil mi?
“Yahu konumuz uzayda yaşamdı derinliklerde ne işimiz var bizim” diyenlerden biraz daha sabır rica ederek, derin dünyayı keşfe devam edelim.
DENİZ DİBİ CANLILARI VE UZAY YARATIKLARI
14 Nisan 2006 Cuma günü ajanslar, ABD’nin Harvard Üniversitesi’nde sadece "Dünya Dışı Medeniyetler"den gelebilecek ışık sinyallerini saptamak üzere tasarlanan yeni bir optik teleskop hizmete girdiğini haber verdi. Kuzey Yarıküre’den görülen tüm Samanyolu galaksisini tarayacak.olan teleskop aslında, SETI (Search for Extraterrestrial Intelligence-Dünya Dışı Zeka Araştırması) için önemli bir adım olarak kabul ediliyor. Yani insanoğlu varolduğu sürece olan uzayda başka canlı var mı sorusuna yanıt için yeni bir umut bu teleskop.
İlginçtir aynı ayın başında bayilere dağıtılan Popüler Bilim dergisinin kapak çalışması olarak seçtiği “Uzaydaki Canlılar” dosyası hâlâ SETI’nin yıllanmış beklentileri ve matematiksel bir olasılık denklemi ile sınırlıydı.
UFO’ları bilimsel olarak savunan şarlatanlar ve onların masallarına aldanan saf akıllar bile dünya dışı yaşam formları için kimyasal ve biyolojik verileri tartışabilirken, bir bilim dergisinin hâlâ böyle konuları popülarite dışı bulması; ya ne denli bilimsel akıllar hedeflendiğinin ya da gençliğe akıl veren zekaların bilimsel yeterliliğinin göstergesi olabilir... Burada başka bir tartışma başlatmak değil uzaydaki yaşam formlarına kafa yormak esas alındığından konumuza dönelim.
Tam bu noktada daha popüler bir alan olan sinemaya dönüp, ilginç bir belgeselin Türkiye’ye yansımasına göz atalım.
Ünlü yönetmen James Cameron’un yapımcılığını üstlendiği ve Steven Quale ile birlikte yönettiği 2005 yapımı Aliens of the deep adlı belgesel Türkiye’de sinemalarda gösterimi göze alamadı.
Gişede zarar edeceğinden korkulan film doğrudan VCD ve DVD olarak satışa sunuldu. Özünde popülerlik olmasına rağmen esaslı bir belgeseldi. Belgesel adıyla piyasada cirit atan bir yığın şarlatanlığın yanında bu filmin VCD ve DVD’sine ilgi de devede kulak kaldı.
Filme ilgi o denli azdı ki korsanlar bile zahmet edip, kopyasını çıkartmadılar.
Aslında bu film uzaylı denince gözü kapalı seyirci olmaya koşan Türk insanı için iyi bir satış metasıydı. Fakat görülen o ki yapımcıların Türkiye temsilcileri bile filmin barındırdığı ana espriyi tam kavrayamamıştı.
Filme Türkçe ad olarak "Sualtı Yaratıkları" uygun görülmüştü. Bu ad, orijinal dilindeki iki espriyi de tırpanlayan bir seçimdi.
Çünkü hem dip, hem de alien kavramı kinayeli birer seçimdi. Dip derken sadece denizin derinlikleri kastedilmeyip diğer derinliklere telmih yapılmakta olduğu gibi, alien de doğal değil olağandışı yaratıkları genellikle de dünya dışı yaratıkları ifade için kullanılan bir kavramdı. Kısacası orijinal isimdeki “Sualtı Yaratıkları” aynı zamanda “dipteki uzaylılar” gibi derin bir espriyi de bünyesinde barındırmaktaydı.
Filmde bir grup jeolog, biyolog ve hatta astronot ekibi el ele vererek deniz dibindeki olağanüstü koşullarda var olan yaşam formlarının uzaydaki benzer şartlarda da olup olamayacağı sorusuna yanıt arıyor.
DIŞ UZAY VE İÇ UZAY ARASINDA BİR DENKLEM
James Cameron’un ekibi, belgeselin çekimi için Atlantik ve Pasifik’te tam 45 ayrı dalış gerçekleştiriyorlar. Orta Atlantis sırtında 870 metre derinlikte kameralara takılan dev bir deniz anası şeffaflığı ile ekibi selamlıyor. 900 metrede ise dev bir mürekkep balığı şaşkınlıkla izleniyor.
Bu arada dünyanın nasıl biçimlendiği konusunda hatırı sayılır popüler bilgiler de alıyor izleyenler. 3.100 metrede Orta Atlantik’teki 3500 metre derinliğindeki Yılan Çukurunda yer altından gelen lavların su ile buluştuğu volkanik bacalar göreni büyülüyor.
Ama daha şaşırtıcı ve hayrete düşürücü olan şey, yeryüzü canlıları için ölümcül olan sıcaklığın ve zehirleyici gazların hakim olduğu baca ağızlarında bile yaşayan canlıların bulunması. Hatta tam bir ekosistem oluşturmuş canlı kolonilerinin etrafta geziniyor olması
DÜNYADA GÜNEŞ DIŞI ENERJİYLE SÜREN YAŞAM VAR
Bu kemosentez bir yaşam anlamına geliyor. Yani güneş enerjisi olmadan sürdürülebilen bir yaşam tarzı. Bu hayvanların üzerinde yapılacak olan araştırmalar, küresel ısınmanın doğuracağı olumsuz şartlara karşı bir direnç oluşturma açısından da önem arz ediyor.
Dipte Riftia denen dev solucanların bakterilerle kurduğu ortak yaşam da başlı başına incelemeye değer bir ortak yaşam biçimi.
Ve film ekibi belgeselin bir noktasında deniz dibinden çıkıp uzayın derinliklerine uzanarak Jüpiter’in buz kaplı olduğu tahmin edilen Avrupa uydusuna geçiş yapıyor.
Oradaki buz kütlesinin altında olması muhtemel okyanusun şartları ile bir paralellik kurarak, “Uzay araştırmalarına biz bu kadar çok parayı birkaç mikrop bulmak için mi harcıyoruz. Deniz dibi yaşam formları uzayda bulunacak yaşam formları için bir umut olabilir mi?” diye soruyorlar.
İsterseniz aslında 25-30 yıl öncesine ait olan ama uzayla paralellik kurularak ilginçleştirilen bu bilgileri ve filmin karelerini burada bırakıp, eldeki verilerle dünya dışı bir yaşam formunun hangi bazda olabileceğine kafa yoralım.
DÜNYA DIŞI YAŞAM ARAŞTIRMALARI NE DURUMDA?
NASA'nın en tanınmış en medyatik alimlerinden Carl Sagan, “dünya dışı yaşam formları bilim adamlarınca inceleniyor fakat UFO Merkezi kuran hokkabazların yaptıklarıyla hiç bir alakası yok. Şu ana dek elimizde ne yazık ki tek bir umut ışığı yok ama ben bu kadar çok alanın sadece dünya için yaratılmış olacağına inanmıyorum” derken uzayda yaşam konusunda SETI araştırmalarının sürmesini arzu ediyordu.
NASA'nın Apollo Ay Programı tamamlandıktan sonra ödüllere boğulan ve ünlü Smithsonian Enstitüsü tarafından Washington'da bir "Gezegenleri Araştırma Merkezi" kurmakla görevlendirilen Müslüman bilim adamı Prof. Dr. Faruk El-Baz da uzay canlıları konusunda kendisine soru yönelten Ali Murat Güven’e “Hayâlperestlere bakarsanız Amerikan hükümetine bağlı gizli birimlerde bunlardan yüzlercesi var, ama bana sorarsanız henüz en küçük bir kanıta dahi ulaşabilmiş değiliz. Tabii, ben kanıt derken amatör araştırmacıların ucuz hilelerle bezenmiş film ve fotoğraflarını kastetmiyorum, ciddi bilimsel bulgulardan söz ediyorum” açıklamasını yapıyordu.
Yani şu ana dek elimizde uzayda birkaç bakteri dışında bir yaşam biçimi olduğuna dair hiçbir bilgi yok. Ama tüm dünyada olduğu gibi yurdumuzda da uzayda yaşam konusu en çok merak edilen ve varlığının ispatı her an beklenen bir olgu.
'Uzaylılarla ilk temas kuruldu' başlıklı e-kolay’ın 1 Nisan haberinin doğurduğu infial hafife alınmamalı. Uzayların her an çıkıp gelmesini bekleyen binlerce insan yaşıyor aramızda.
Ki şarlatan çevrelere göre zaten varlığı tartışılmaması gereken uzaylıların varlığı artık sadece pozitif bilimlerin değil din alimlerinin de kafa yorup mantıklı bulduğu bir varsayım.
Son olarak ilahiyatçı yazar Mehmet Paksu, "diğer yıldızlarda ve galaksilerde yaşayan ve o âlemlerin hayat şartlarına göre yaşayan varlıkların var oluşlarını kabul ederiz" demişti.
Eğer varlarsa, uzaylıların yaşam biçimi nasıl olabilir? Burnunun dibinde 4 bin metre derinlikteki yaşam biçimlerinin görneden hayal edemeyen insan aklının binlerce fersak uzaklıktaki ya da baişka bir boyuttaki yaşam biçimlerini hayal edebilmesi mümkün mü. Bilim kurgu tiplemelerindeki eciş bücüş yaratıl tahayyüllerinin bile dünyadaki yaratıklardan esinlenmiş olması bu konuya iyimser bir yanıt vermeyi imkansız kılıyor...